28 Nisan 2009

Konuşma



Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci
Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten

İyi nişan alırdı kendini asan zenci
Bira içmez ağlardı, babası değirmenci
Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci
Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen

Ülkü Tamer

Haluk Bilginer'den dinlemek isterseniz:
http://www.youtube.com/watch?v=Wl4FA2KOsDM&hl=tr

Ya da
http://fizy.com/s/13hgbm

27 Nisan 2009

Güneşin Oğlu



Onur Ünlü adlı yönetmen abimizi ilk Polis filminde tanıdık. Polis filmine araştırmadan gidenlerin neredeyse tamamında olduğu gibi biz de gazı Haluk Bilginer isminden almış ve bildiğimiz filmlerden yeni bir tanesini izleyeceğiz sanmıştık. Öyle olmadı. Ortada farklı, anlaşılmaz bir şey vardı. Anlayamadık. Beraber izlediğimiz bazı adamlar yarıda terketti filmi mesela. Ben direnmiştim ve bittiğinde kararsız kalmıştım hatırlıyorum. Neydi lan bu film şeklinde terkettik salonu.

Tabi bir sinema alimi hatta müptelası değiliz. Fakat türk filmlerine karşı da özel bir ilgim var, yalan değil. Hepsini izlemeye çalışıyorum bir şekilde. Mahsun Kırmızıgül'e bile şans verdim (evet Beyaz Melek gerçekten çok çok çok kötü bir film, üzgünüm). Güneşin Oğlu'nu da bu yüzden büyük bir merakla izledim işte. Bu sefer neyle karşılaşacağımı tahmin ederek ve daha ferah bir zamanımda!

Film başlarken, bu hikayenin yaşanmış olduğuna dair bir bilgi şöyle bir arkaya yaslandırtıyor insanı, ama yalan külliyen yalan! Anlamanız pek de uzun sürmüyor zaten. Güneş tutulmasıdır, Fikri beydir derken bir anda filmin içine dalıyorsunuz. En baba Sudoku'yu çözmeye çalışır gibisiniz zaten izlerken. O sırada aradaki bazen abzürt, bazen küfürlü ama hep yerinde esprilerle kopuyorsunuz ister istemez. Nasıl geçiyor 90 dakika çözemiyorsunuz.

Velhasıl kelam, daha fazla anlatmayalım filmi. Sağdaki listeye girdi daha ne diyeyim.

Bir de müjde aldım az evvel. Sıradaki filmi bankası olacakmış yüksek ihtimalle. Film amatör futbol, soygun ve eroin üzerineymiş. Sabırsızlıkla bekliyoruz!

Bu da Geldi!



Geçen cuma da İstanbul biletleri gelmiş şirkete. Telsim üst kattayız, bekleriz.

Bunun için de kitapçık hazırlanmış Türkçe, faydalı bir eser.

26 Nisan 2009

Aykut Kocaman


2002'yi 2003'e bağlayan yılbaşı. Bir gece önceden kalmışız, kafa bir dünya. Günün sürprizi Aykut Kocaman.

25 Nisan 2009

Ulf Kirsten



Büyük golcü! Daum ilk geldiğinde, yanına staja gelmişti Kirsten. Birkaç ay da kalmıştı. O dönem yakalamıştık kendisini Fenerium'da.

21 Nisan 2009

Geldi



İstanbul'daki final 1 hafta önce oynanacak, İstanbul'da yaşıyoruz, bilet çıktığı 2 ay önce belli oldu, hala o yok ortada. Ama Roma'daki bugün geldi, hem de şahane bilgilerle geldi. Küçük bir kitapçık içine yerleştirmişler biletimizi. Bilet dediysek, o da kombine kart kalitesinde. Nitekim kart maç günü metro ve otobüslerde de geçecekmiş. Hatta iki müzeye bile girebilecekmişiz. O derece.

Bekle Roma geliyoruz!

16 Nisan 2009

Niye Tuncay'ın Yeri?



Şimdi soruyor arkadaşlar, ne burası meyhane mi? Neden adı "Tuncay'ın Yeri" diye. İşte bu sorulara cevap olacak ekran görüntüsü. Bloga isim ararken baktık Google sonuçlarına. "Tuncay'ın Yeri" diye aratıyoruz. Her yerde; yok Tuncay'ın yeri dolmaz, Tuncay'ın yeri zor dolar, Tuncay'ın yeri doldurulabilir mi, tadında yazılar.

Dedik o zaman bu boşluğa biz çare olalım, Tuncay'ın Yeri'ni dolduralım.

Ama isteyen olursa yine masa kurup rakı açarız, hani misafirperverligimiz iyidir, sohbetimiz de eşlik eder.

13 Nisan 2009

Kek



Ben iyice sardım bu işlere yahu. Dışarıda yediğim güzel şeyleri kendim yapmaya çalışmak bir saplantı haline gelmeye başladı. Toros Salatası, Haydari, Kabak Tatlısı, Roka Salatası zincirine son halka olarak da Havuçlu Tarçınlı Cevizli kekimizi ekledik hayırlı olsun.

Tabi tarif için Portakal Ağacı'na teşekkürü de bir borç biliriz. Kolaymış yalnız kek yapması da. Pişme olayı falan sakat. Orda biraz deneyim gerekli sanırım. Onu da zaman içinde kazanacağız. Böyle üstü tam pişmedi gibi curu kaldı ama bi yandan da yandı. Neyse ki Eda hanım sağolsun online desteğiyle alüminyum folyoyla sarmayı önerdi de kendi sıcağıyla biraz daha pişti kekimiz. Neticesinde demlediğim çayla 3 dilim yedim, gerçekten başarılı, övünmek gibi olmasın.

Kalanı da yarın şirkete götüreyim bari de sevinsin çocuklar.

Sözlerime son verirken size küçük bir dörtlük okumak istiyorum:

dedim bozuk merdiven
dedi ki ne yaptın sen
dedim ama bi dakka
dedi ki yok bir daha
dedim ayağım kaydı
dedi ki hayatın kaydı

luxus'tan geldi efendim, balans ve tolerans adlı eser..

hürmetler sunarım..

8 Nisan 2009

6 Nisan 2009

Sessiz Kaos - Caos Calmo



Festival sezonunu açtık. Benim film seçimlerindeki tescill başarısızlığım sonucunda son yıllarda pek bulaşmıyorum bilet işine. Ne alırlarsa eyvallah modundayız. Bu sene de öyle oldu. Sağolsun sevgili arkadaşlarım tek tek filmleri okudular, bana da biletleri almışlar. Aslında film başlarken, filmin ne hakkında olduğunu öğrenmek güzel bir şey. İtalyan filmi olduğunu bile o anda anladım mesela. E birbirimizin zevklerini de bildiğimiz için pek sürprizle karşılaşma söz konusu değil. Yani vampirli bir filmde açmam gözümü sabahın köründe.

Hareketli cuma gecesinin ardından, sabah alarmla kalkmak güzel değil doğru. Zaten "snooze" adlı araç yüzünden geç de kalıyorum. Hesapta sinema eve yakın!

Ben kalmasam da Erhan kardeşimiz uyuyakalıyor, gelmiyor filme. Neyse artık filmi anlatalım.

Pek dramatik görünüyor film aslında. İlk sahnede boğulanları kurtarıyor esas adam, eve dönüşte ise karısını ölü buluyor. Sonrasında ise kızı, işi, ailesi arasında kalmış ve kendi psikolojisini yaşayamayan bir adam sendromu görüyoruz kısaca. Ama olayı farklı kılan detaylar. Film bir parkta geçiyor mesela. (Uyaralım, spoiler'a girebiliriz ufaktan.)

Karısı öldükten sonra Pietro, kızı, büyük bir geçişte olan şirketi, karısının kardeşi, hayatını kurtardığı kadın, arkadaşları arasında sıkışıp kalır. Daha da acayibi kızını ilk gün okula götürdükten sonra, "yavrum, seni akşama kadar burada bekleyeceğim" demiş bulunur. Biraz fazla realist ve harbi olan abimiz, sözünü tutmak için akşama kadar parkta takılır. Aslında bayağı da keyif almıştır orada takılmaktan. Parkın belirli rutinleri vardır, engelli çocuğunu bir yerlere götüren anne, köpeğini gezdirmeye çıkaran Jolanda, parktaki cafede yemek yiyen tipler. Pietro da bu rutinler içinde yerini alır. Hiç işe gitmez, bütün görüşmelerini burada yapmaya başlar. Arkadaşları gelir bir şeyler anlatır, patronu gelir, fikir alışverişi yapar, karısının kardeşi gelir, kurtardığı kadın gelir bir şeyler sorar, ülkenin en ünlü jean firmalarından birinin yaratıcısı kardeşi gelir onla geyik çevirirler. Kızı annesinin ölümünden etkilenmemiş gibidir, hiç üzülme belirtisi yoktur çocukta resmen. Karısının kardeşi manyaktır, parkın ortasında soyunur mesela. Birleşmek üzere olan şirketlerindeki arkadaşlarından birisi feci para götürmüştür şirketten, karısı da komik bir şekilde hastadır. Parka en son birleşilecek şirketin sahibi Steiner - Roman Polanski gelir.

Bir yandan müzikler de bir güzel verir ayarı. Şahane şarkılar seçmişler hakikaten. Bu akışta bir an ne güzel lan, ben de mi parkta yaşasam falan diye düşünüyorsunuz. Yani hüzünlü gibi görünen film bir yandan adama acayip güzel bir huzur veriyor.

Neyse bu karmaşalar arasında bir gün, kız okula girerken dönüp geliyor babasına ve: Ya baba iyi güzel, her gün bekliyorsun da, yeter artık arkadaşlar dalga geçiyorlar, git artık diyor. Tabi aradan aylar geçmiş kar yağmış falan. Zaten ama belliydi o günün sabahında sıradışı şeyler oluyor. Jolanda'nın köpeği kaçıyor, herkes onu kovalıyor, zaten bir gün evvel engelli çocuğa selam da verememişti, anahtarı bulamadığı için! Kız da böyle deyince, her güzel şey gibi bitmeyecek mi diyoruz sonunda ve arabamıza atlayıp sonsuzluğa doğru yol alıyoruz.

Ha bu arada Pietro hayatını parkta geçirirken, kendisini şirkete başkan yapmak için teklifler geliyor sürekli. Ama Steiner'in geliş sebebi iş değil. Şimdi filmin önemli bir kısmını işgal eden bir sevişme bölümü var bir de. Orada bu kurtardığı kadınla sert bir ilişki yaşıyor Pietro. Bu kadın da meğersem Steiner'in metresiymiş, kocası da bunun boğulmasını istemiş. Yahu çok karıştı olay değil mi, evet bence de.

Velhasıl kelam, hiçbir anı sıkmayan, şahane kurgulanıp çekilmiş bu filmi, herkese tavsiye ediyoruz.

Şarkılara da bir örnek verelim ve yazıyı kapatalım. Stars bizler için söylesin - Your Ex-Lover is Dead

http://fizy.com/s/1041a7

2 Nisan 2009

Mart'ta Ne Dinledim?



Evet, bu post unutmadığım sürece sürekli olacak. İlerde de bakıp vay anasını o zaman mı dinlemişim bu şarkıyı ilk diyeceğim.

Mart ayında birkaç albüm keşfim oldu öncelikle. Burada da yazdığım iki tanesi Arto Tunçboyacıyan'dan How Much is Yours ve Jülide Özçelik'ten Jazz İstanbul vol 1. Buradan "Let Factories Open" ve "Yalan Dünya" adlı şarkıları öne çıkaralım.

Son 10-15 güne ise Duman damgasını vurdu. Bu kez iki albüm çıkardılar üstelik. 20 şarkı döne döne çalıyor playlistte.

Diğer eklenesi şarkılar ise Bolahenk Dizi Müzikleri'nden Kaybolan Yıllar, Gökhan Türkmen'den Büyük İnsan.