Festival sezonunu açtık. Benim film seçimlerindeki tescill başarısızlığım sonucunda son yıllarda pek bulaşmıyorum bilet işine. Ne alırlarsa eyvallah modundayız. Bu sene de öyle oldu. Sağolsun sevgili arkadaşlarım tek tek filmleri okudular, bana da biletleri almışlar. Aslında film başlarken, filmin ne hakkında olduğunu öğrenmek güzel bir şey. İtalyan filmi olduğunu bile o anda anladım mesela. E birbirimizin zevklerini de bildiğimiz için pek sürprizle karşılaşma söz konusu değil. Yani vampirli bir filmde açmam gözümü sabahın köründe.
Hareketli cuma gecesinin ardından, sabah alarmla kalkmak güzel değil doğru. Zaten "snooze" adlı araç yüzünden geç de kalıyorum. Hesapta sinema eve yakın!
Ben kalmasam da
Erhan kardeşimiz uyuyakalıyor, gelmiyor filme. Neyse artık filmi anlatalım.
Pek dramatik görünüyor film aslında. İlk sahnede boğulanları kurtarıyor esas adam, eve dönüşte ise karısını ölü buluyor. Sonrasında ise kızı, işi, ailesi arasında kalmış ve kendi psikolojisini yaşayamayan bir adam sendromu görüyoruz kısaca. Ama olayı farklı kılan detaylar. Film bir parkta geçiyor mesela. (Uyaralım, spoiler'a girebiliriz ufaktan.)
Karısı öldükten sonra Pietro, kızı, büyük bir geçişte olan şirketi, karısının kardeşi, hayatını kurtardığı kadın, arkadaşları arasında sıkışıp kalır. Daha da acayibi kızını ilk gün okula götürdükten sonra, "yavrum, seni akşama kadar burada bekleyeceğim" demiş bulunur. Biraz fazla realist ve harbi olan abimiz, sözünü tutmak için akşama kadar parkta takılır. Aslında bayağı da keyif almıştır orada takılmaktan. Parkın belirli rutinleri vardır, engelli çocuğunu bir yerlere götüren anne, köpeğini gezdirmeye çıkaran Jolanda, parktaki cafede yemek yiyen tipler. Pietro da bu rutinler içinde yerini alır. Hiç işe gitmez, bütün görüşmelerini burada yapmaya başlar. Arkadaşları gelir bir şeyler anlatır, patronu gelir, fikir alışverişi yapar, karısının kardeşi gelir, kurtardığı kadın gelir bir şeyler sorar, ülkenin en ünlü jean firmalarından birinin yaratıcısı kardeşi gelir onla geyik çevirirler. Kızı annesinin ölümünden etkilenmemiş gibidir, hiç üzülme belirtisi yoktur çocukta resmen. Karısının kardeşi manyaktır, parkın ortasında soyunur mesela. Birleşmek üzere olan şirketlerindeki arkadaşlarından birisi feci para götürmüştür şirketten, karısı da komik bir şekilde hastadır. Parka en son birleşilecek şirketin sahibi Steiner - Roman Polanski gelir.
Bir yandan müzikler de bir güzel verir ayarı. Şahane şarkılar seçmişler hakikaten. Bu akışta bir an ne güzel lan, ben de mi parkta yaşasam falan diye düşünüyorsunuz. Yani hüzünlü gibi görünen film bir yandan adama acayip güzel bir huzur veriyor.
Neyse bu karmaşalar arasında bir gün, kız okula girerken dönüp geliyor babasına ve: Ya baba iyi güzel, her gün bekliyorsun da, yeter artık arkadaşlar dalga geçiyorlar, git artık diyor. Tabi aradan aylar geçmiş kar yağmış falan. Zaten ama belliydi o günün sabahında sıradışı şeyler oluyor. Jolanda'nın köpeği kaçıyor, herkes onu kovalıyor, zaten bir gün evvel engelli çocuğa selam da verememişti, anahtarı bulamadığı için! Kız da böyle deyince, her güzel şey gibi bitmeyecek mi diyoruz sonunda ve arabamıza atlayıp sonsuzluğa doğru yol alıyoruz.
Ha bu arada Pietro hayatını parkta geçirirken, kendisini şirkete başkan yapmak için teklifler geliyor sürekli. Ama Steiner'in geliş sebebi iş değil. Şimdi filmin önemli bir kısmını işgal eden bir sevişme bölümü var bir de. Orada bu kurtardığı kadınla sert bir ilişki yaşıyor Pietro. Bu kadın da meğersem Steiner'in metresiymiş, kocası da bunun boğulmasını istemiş. Yahu çok karıştı olay değil mi, evet bence de.
Velhasıl kelam, hiçbir anı sıkmayan, şahane kurgulanıp çekilmiş bu filmi, herkese tavsiye ediyoruz.
Şarkılara da bir örnek verelim ve yazıyı kapatalım. Stars bizler için söylesin - Your Ex-Lover is Dead
http://fizy.com/s/1041a7